24 Mayıs 2012 Perşembe

IKSV Tiyatro Festivali 2012 I, BERTOLT BRECHT

Genco Erkal's new play I am Bertolt Brecht is an adaption by the veteran actor from the great playwright's poems, songs and stories." Let this be Brecht's comeback!" says Erkal and hails the return of the playwright who brings consciousness, widens one's horizons, provokes with questions he poses and seduces his audience. Erkal shares the stage with actress Tülay Günal in a play that offers a journey on issues like the world order, position of women in society and war. 

Olağanüstüydü.. Harikaydı.. Müthişti.. :) Daha ne diyeyim.. Genco Erkal akılalmaz bir adam.. Neredeyse 75 yaşında ama sahnede 25 yaşında :) Savaş karşıtı, Brecht in şiirleri ve hikayeleriyle bezeli, Gence Erkal ın var olduğu bir oyun benim tarafımdan her türlü güzeldir zaten.. Üstelik Tülay Günal var! Sefil hayatımda dünya gözüyle gördüğüm en iyi kadın oyuncu! Yok böyle bir şey.. Harika şarkı söylüyor, müthiş dans ediyor ve oyunculuğuyla döktürüyor.. Kendisinin insan olamayacağı kanısına vardım :) Uzaydan ya da başka bir boyuttan falan gelmiş kesin.. Hani oturup müthiş bir oyun nasıl olur diye hayal kursam bu oyunu düşlerdim! Duam bir gün öyle bir oyun içerisinde yer alabilmek.. Hani dekor neyim olayım ama bu oyunda yer alayım :) Köpekbalığı hikayesi çok çok çok güzeldi ve çok güzel aktarıldı. Şöyle ki; 

"If sharks were men,"  // Bertolt Brecht

Mr. Keuner was asked by his landlady's little girl, "would they be nicer to the little fishes?"

"Certainly," he said. "If sharks were men, they would build enormous boxes in the ocean for the little fish, with all kinds of food inside, both vegetable and animal. They would take care that the boxes always had fresh water, and in general they would make all kinds of sanitary arrangements. If, for example, a little fish were to injure a fin, it would immediately be bandaged, so that it would not die and be lost to the sharks before its time. So that the little fish would not become melancholy, there would be big water festivals from time to time; because cheerful fish taste better than melancholy ones.

"There would, of course, also be schools in the big boxes. In these schools the little fish would learn how to swim into the sharks' jaws. They would need to know geography, for example, so that they could find the big sharks, who lie idly around somewhere. The principal subject would, of course, be the moral education of the little fish. They would be taught that it would be the best and most beautiful thing in the world if a little fish sacrificed itself cheerfully and that they all had to believe the sharks, especially when the latter said they were providing for a beautiful future. The little fish would be taught that this future is assured only if they learned obedience. The little fish had to beware of all base, materialist, egotistical and Marxist inclinations, and if one of their number betrayed such inclinations they had to report it to the sharks immediately.

"If sharks were men, they would, of course, also wage wars against one another, in order to conquer other fish boxes and other little fish. The wars would be waged by their own little fish. They would teach their little fish that there was an enormous difference between themselves and the little fish belonging to the other sharks. Little fish, they would announce, are well known to be mute, but they are silent in quite different languages and hence find it impossible to understand one another. Each little fish that, in a war, killed a couple of other little fish, enemy ones, silent in their own language, would have a little order made of seaweed pinned to it and be awarded the title of hero.

"If sharks were men, there would, of course, also be art. There would be beautiful pictures, in which the sharks' teeth would be portrayed in magnificent colors and their jaws as pure pleasure gardens, in which one could romp about splendidly. The theaters at the bottom of the sea would show heroic little fish swimming enthusiastically into the jaws of sharks, and the music would be so beautiful that to the accompaniment of its sounds, the orchestra leading the way, the little fish would stream dreamily into the sharks' jaws, lulled by the most agreeable thoughts.

"There would also be a religion, if sharks were men. It would preach that little fish only really begin to live properly in the sharks' stomachs.

"Furthermore, if sharks were men there would be an end to all little fish being equal, as is the case now. Some would be given important offices and be placed above the others. Those who were a little bigger would even be allowed to eat up the smaller ones. That would be altogether agreeable for the sharks, since they themselves would more often get bigger bites to eat. And the bigger little fish, occupying their posts, would ensure order among the little fish, become teachers, officers, engineers in box construction, etc.

"In short, if sharks were men, they would for the first time bring culture to the ocean."

23 Mayıs 2012 Çarşamba

SERGİ: Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektifi

Burhan Doğançay ın 50 yıllık süreçte gerçekleştirdiği çalışmalardan oluşan sergi İstanbul Modern de gerçekleşti. Hani resim sanatından anlayan biri değilim. Herhangi biri olarak hissettiklerimi aktarabilirim en fazla :) Çeşitli ülkelerde gördüğü duvarlar üstüneydi.. Çalışmalar arasında gruplandırmalar vardı misal F1duvarları, Alexander duvarları, kurdaleler, koniler, kapılar, sapaklar, metro duvarları.. isimlerini anımsayabildiklerim.. Eserlerin herhangi bir şey anlatma derdiyle değil de sanatçının değişik ülkelerde gözlemlerdiklerini aktarma amacıyla oluşturduklarını düşündüm.. Alexsander ve kapılar müthişti.. Alexsander NY ta bir blogu kaplayan büyük bir mağazaymış. Bu mağaza kapanmış ye da restorasyona falan girmiş dışına tahtalar örmüşler. Bu tahtalara herkes posterler falan asıyormuş tabii ki.. O cadde zengin bir muhitte olduğundan sürekli tahtaları değiştiriyorlar hani görüntüyü düzltmeye çalışıyorlarmış.. Bir keresinde detüm tahtaları üzerlerindeki posterlere rağmen simsiyah boyamaya karar vermişler. Sanatçımız bu hali görünce direkt fotoğraflar almış incelemeler yapmış ve simsiyah duvarları, sonrasında açılan boyanın altından çıkan az biraz görünen rengarenk posterleri tuvallerine aktramış :) Üstelik bu çalışmalarına "Cennet Bahçeleri" ismini vermiş.. Bu eserleri görünce kişiye hissettirdikleri anlatılabilecek şeyler değil :) Görüp kişisel olarak ne hissedeceğinizi bulmanız gerek.. Emin olun zaman ayırmaya değer.. :) Kapılar kısmı benim için en etkileyici olanıydı.. Katalogtan çektiğim çok çok çok çok çok çok güzel olduğunu düşündüğüm bir çalışmanın fotoğrafı yukarıda..

17 Mayıs 2012 Perşembe

Oyun Okuma: Jean Paul Sartre, Saygılı Yosma

1946 yılında yazılmış bir eser.. ABD de geçiyor.. Irkçılık üzerine.. Beyaz, zengin üstelik seçkin bir adam trende siyahi bir ABD vatandaşını öldürür.. Cinayet ortada bir sebep yokken beyazların keyfi davranışları sonucu çıkan bir tartışma nedeniyle işlenmiştir.. Çarpıcı bir konu.. Özellikle ABD tarihinde mevcut ırkçılığı, bu hikayenin bin beterlerinin insanların başından geçtiğini, kişiselin ötesinde toplumsal olarak bu vahşetin kabul gördüğünü düşününce karşınızda dikilen devasa haksızlık karşısında çıldıracak gibi oluyorsunuz.. Seçkin sınıfın istedikleri her şeye sahip olma hakkıyla birlikte doğdukları inançları beni her zaman çileden çıkartmıştır.. Oyunun ırkçılık düşüncesini ön plana çıkartan olay örgüsünün altında da bu temel yatıyor.. Her şeye hakları olduğunu zanneden zevatlardan net bir şekilde tiksiniyorum.. Eminim Sartre da tiksiniyordu :) Oyun dili çok akıcı nasıl bittiğini anlamıyorsunuz bile zaten kısa da bir oyun :) Ne diyiim okuyun derim :) Saygılı Yosma yı da okuyun, Duvarı da , Bulantı yı da .. Sartre ı okuyun :) Ve evet bu oyunun sahne koyan bir ekipte yer alıp yosma Lizzie yi oynamayı çok isterdim :) Bu durumda iki ayrı sonunda oyunda yer alması gerekir.. Hatta üçüncü bir alternatifle Fred i Lizzie öldürebilir..

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Iki Kalas Bir Heves 2012 Tiyatro Festivali Çöpçatan

Koç Üniversitesi oyuncuları tarafından sahnelenen The Matchmaker / Çöpçatan Thornton Wilder ın yazdığı bir fars örneği.. Gerçekten çok çok çok çok güzeldi! Oyunculuklar çok güzeldi, reji çok güzeldi, dekor çok güzeldi.. Keyifli bir iki saat geçirdim hatta bütün salon için benzer duygular yarattılar.. Yanımda genelde hiç bir şeyi beğenmeyen yazar bir arkadaşım vardı o dahi fena değilmiş dedi :)) -Pek çok ŞT ve DT oyununu beğenmez :)- En beğendim özelliklerden biri tüm oyuncuların kendilerini ortaya koyabilecekleri rollere bürünmüş olmalarıydı. Kimse kimsenin arkasında kalmadı.. Oyunda başrol yoktu her oyuncu kendi süresince başroldü.. Ve hepsi hakkıyla oynadı.. Özellikle usta yönetmen Sefa Zengin i ayakta alkışlıyorum... Teşekkürler..

15 Mayıs 2012 Salı

IKSV Tiyatro Festivali 2012 Hamlet

Bu oyun ile IKSV çok büyüdü!! Şahsen benim içimde onarılamayacak bir nefret oluşturmayı başardı! IKSV çalışanı olduğum için tüm oyunlara girebiliyorum.. Ve tabii ki festivalin yıldızı Hamlet i izlemek ilk günden beri hayalimdeydi.. Fakat Harbiye M. Ertuğrul sahnesi önüne diktikleri 5 izbandut ve laf anlatamadığımız üstelik bu hakkı nereden bulduğunu anlayamadığım halde bize bağıran bir cadaloz sayesinde! oyunu izleyemedik.. Kapıda iki kişi görevli ve yaklaşık 15 kişi konservatuar öğrencisi kaldı.. Hepimiz merdivenlerde oturmayı kabul ettiğimizi belirtmemimize rağmen içeri alınmadık.. Diyorum ya IKSV 13 Mayısta çoooook büyüdü!

IKSV Tiyatro Festivali 2012 Yola Çıktığım Gün Sakin Serin Bir Sabahtı

Hamursuz Fırını.. Yeşim Gülan Özsoy.. Lunapark.. 6 kişi.. Sistemi sorgulayan bir yandan da bir şey demeyen hatta dememeye çalışan bir oyun.. Beğendiğim ve beğenmediğim yönleri oldu.. Öncelikle oyunculuklar çok fenaydı.. İki kişi iyiydi, bir kişi fena değildi, diğer üçü ıh ıh.. Ki iyiydi dediğim kürt çocuk tiplemesi oyuncunun çok sevimli olmasından kaynaklı olarak iyiydi aslında.. O çocuğu başka bir rolde görerek karar verebilirim.. Metinde zorlamalar vardı. Özellikle kız çocuğunun tecavüz olayını anlattığı sahnede tiyatrodan soğudum.. Herkes mi aynı tarzda aynı şekilde sunar aynı konuyu.. Kız tecavüze uğrar ve öyle bir an gelir ki ağlayarak krize girererek tirat atar.. Yeter artık ya bu olayı başka şekilde verin! Tecavüz kesinlikle çok anlatılması gereken, dikkat çekilmesi gereken, inanılmaz oranda insanın maruz kaldığı bir saldırı! Tiyatronun daha samimi olması, anlatmak için değil içinden akarak anlatması gerek.. Beğendiklerime gelirsek :) Yeşim Hoca dünya tatlısı bir insan.. Hani bazı yazarlar ile karşılaşınca bu nedir ya bu adam mı yazmış bunları diye şok olur insan.. Arıza, sevimsiz, lanet insanlardır bazen.. Yeşim Hoca tam tersi öyle tatlı bir kadın ki hani hayatında var olmasını isteyeceğin, anlamsız yere sevgi duyabileceğin biri.. Oyun dekoru çok hoştu minik bir lunapark yapmışlar.. Salıncak neyim bile vardı.. Müzikler güzeldi.. Metin bir yandan tarafsız bir duruş sergilerken bir yandan doğru olanı işaret ediyordu.. Din konusundaki sorgulama herkesin anlayabileceği şekilde netti.. Bir ara tüm karakterlerin gerçekten ölü olduğunu ve arafta olduklarını falan düşündüm.. Sonunda lunapark sahiinin gelişiyle içinde girdiğimiz sürreal ortamdan bir andan çıkmak şaşırtıcı ve bir o kadar da etkileyici oldu.. Hani bu adamlar  beynimin içndeydi ki öyle olmaları gerekiyordu.. Herkesin kendi adına bu sorgulamayaı yapması gerekiyordu.. Gittiğime memnun oldum.. Sanırım ikinci ya da üçüncü sahnelenişiydi oyunun ilerleyen zamanda oyunculukların oturacağını tahmin ediyorum..

14 Mayıs 2012 Pazartesi

IKSV Tiyatro Festivali 2012 Arzunun Bedeni

Dans gösterisi.. DT Üsküdar Tekel Sahnesi nde sergilendi.. Beğenmedim.. Bana hitap etmiyordu.. Dans etme isteği, dansın ne olduğu, dansçının dans etmek isteği ve dansı gerçekleştirmesi süreçlerinde ne hisler yaşadığı.. Video gösterimleriyle destekleniyordu.. Ve görseller çok güzeldi fakat bu görsellerin önünde bir kadın dans etmesi ve üzerine dış sesle anlatım eklenmesi beni tamamen uzaklaştırdı.. Toplamda 47" süren gösteride bitsin artık bu işkence diye ağlayacaktım :) Tüm bunların yanı sıra yorumlarımın tamamen kişisel zevkimi içerdiğini tekrar belirtmek isterim. Seyirciler arasında gösteriyi çok beğenenler oldu, defalarca alkışladılar. Dansçılara dansa yakın insanlara seyrettirilmeli..

Yeah! I will try to write something in English :)

Yeah! I will try to write something in English :) But it is only test drive.. Actually my final asset is to be writer..
Of course i can do it only in Turkish for now.. I hope some day i can translate my writings to English.. :)
Briefly i am fall in love with theatre! I am play wright.. Nowadays International IKSV theatre fest is going..
And I found a job :) I am watching all of plays free :) I am adding my views to blog for every single play .. My valuable views :))

10 Mayıs 2012 Perşembe

IKSV Tiyatro Festivali 2012 ASİ KUŞ

Ah! Carmen! ma Carmen adorée!

Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu 40. yıl ismiyle festivalde yer aldı. Ali Hoca nın deyimiyle 99 oyun vardı ve Dikmen Gürün 100 oyun olmasını isteği için zorla oyunu açılış oyunu yaptı :) Gerçi oyun değil de "Carmen in ve aşkın tarihi" desek daha doğru.. Bir nevi belgesel.. Verona da oynanan ve Ali Hoca nın seyrettiği bir Carmen operasının açılışı ile başlıyor.. Video gösterimi ile.. Ama ne görkemli bir opera ne görkemli bir sahne..35.000 kişi izleyici varmış üstelik biletler bir yıl önceden tükeniyormuş.. Geçenlerde Georges Bizet nin hayatını araştırmıştım 37 yaşında ölmesi zamanında kıymetinin pek bilinmemesi vb. detayları biliyordum ama Ali Hoca anlatınca başka türlü oluyor :) Acayip keyif aldım.. Anlatımın videolarla desteklenmesi çok başarılıydı.. Bir yandan masal gibi dinliyorsunuz iki dakika sonra aslı karşınızda beliriyor.. Bir ara anlattığı her hikayeyi video ile destekleyeceğini düşünerek epey heveeslendim fakat bahsettiği Holden kukla tiyatrosunun güzeller güzeli Carmen kuklasını maalesef göstermedi.. :( Thomas Holden ve Carmen in Osmanlı ya gelişi ancak öyle güzel anlatılabilirdi sanırım.. Sonrasında web den araştırmama rağmen ne Holden hakkında ne de Osmanlıya gelen Carmen hakkında bilgi bulamadım.. Eskiden internet mi vardı git kütüphaneye araştır diyorum kendime ama zaman yok ki :( Kumbaracı50 de Candan abla var ona sorup bu konuda detaylı bilgi içeren kitap ismi alabilirim. O zaman buradan da paylaşırım bilgileri.. Bunun dışında dün geceden bana kalan Muhlis Sabahattin var.. Daha önce isimini duymamıştım ama sonrasında yaptığım araştırma ile çok sevdiğim iki eserin bestelerinin de kendisine ait olduğunu öğrendim. “Pencerenin perdesini aç bana göster yüzünü” (hicaz), “Hatırla ey peri o mesut geceyi” (nihavend) .. Cumhuriyet döneminin en sağlam bestekarlarından olan Muhlis Bey (ki daha sonra Ezgi soyisimini alıyor) Sahneye koyduğu Carmen ile İzmir, Adapazarı, Eskişehir turneleri yapmış.. Vakti zamanında opera için Atatürk den direkt maddi destek almış.. Bugün tiyatrolardan devlet desteğini çekmenin derdine düşmüş hükümet için ders çıkarılabilir bir anı fakat ders çıkartacak kafa nerede onu göremiyoruz işte :(

DÖNGÜ



Sahnede üç tarafı tamamen kapalı beyaz renkte bir oda vardır. Solda kenara dayalı bir yatak ve sağ köşede alaturka bir tuvalet görürüz. Hücrenin ortasına yerde yatan biri vardır.
Uyanır.. Çevresine baktığında duvarların beyazlığından acıyla gözlerini kısar. Sağ dirseğine dayanarak yerden kalkmaya davranır. Ayağa kalkmaya çalışmasına rağmen başaramaz, düşe kalka ilerler, duraksar ve ağrısını bastırmak istercesine başını tutar. Tuvalete vardığında musluğun borusuna tutunarak yüzünü yıkar. Kusacak gibi olur, öğürür. Ama kusamaz, sendelemeye başlar. Boru ellerinden kayar  ve sırtüstü yere düşer.
Sahne kısa bir an için kararır ve akabinde aydınlanır.
Gözlerini açar.. Bu kez kendini daha iyi hissediyor olduğu fark edilmektedir. Yavaşça doğrulmaya başlar ve ayağa kalkar. Derin bir nefes alır. Uzaktan gelen kapı seslerini duyar. Kapıların açılmış mı yoksa kapanmış mı olduğu anlayamaz. Volta atmaya çalışır fakat duvarlar beş adımdan fazla yürümesine izin vermiyordur.  Birden hücre tabanının ortasında siyah bir nokta belirir. Nokta büyüyerek bir karanlık oluşturmaya başlar. Merakla noktayı seyretmektedir. Nokta artık  belirgin bir çukura dönüşmüştür. İvmelenerek büyüyen çukur hücre alanını giderek küçültmektedir. O neredeyse duvara yapışmıştır, çukur öylesine hızlı büyümektedir ki artık hareketlerini kontrol eden yalnızca refleksleridir. Vücudu bir yay gibi gergindir. Gözleri karşı duvara sabitlenmiştir. Bir süre donakalır. Kafasını hafifçe eğerek kendini seyretmeye başlar,  yüzündeki şaşkın ifade önce acımaya dönüşür ardından kararlı bir hal almaya başlar. Bir an gülümser. Elleriyle duvardan güç alarak öne doğru fırlar ve çukurun içine atlar.
Karanlık bir anda kaybolur.
Yüzükoyun yerde yatmaktadır. Doğrulur ve çevresine bakar. Her şey yine bembeyazdır.

5


Askeri hapishane. Havalandırma boşluğunda iki mahkum emekler pozisyonda konuşmaktadır. Birinci sinirli ve heyecanlı, ikinci sakin ve tutarlı davranmaktadır. İkincinin elinde kırmızı ve siyah renklerde iki bere vardır.
Birinci: “Saçmalama! Yeşil değil miydi?” diye sorar.
İkinci eliyle sus işareti yapar. Aşağıdan sesler gelmektedir. Kaçakları arayan askerler sağa sola koşturmaktadırlar. Bereleri giyerler ve sessizce ilerlemeye devam ederler. Bulunduklar dar koridor genişlemeye başlar. Bir süre sonra dağıtım noktasına gelmişlerdir. Yol dörde ayrılmaktadır. İkinci üstündeki mahkum kıyafetinin sol ayağına çizdiği pusulaya bakar .
İkinci: “Dört” der. 
Dördüncü koridordan ilerlemeye devam ederler. Yolun sonunda çıkış görünmüştür. Gülümseyerek birbirlerine bakar ve hızlanırlar. Ağza geldiklerinde dehşetle duraksarlar. Bulundukları yer tabandan en az 4 metre yüksektedir  ve aşağıdaki sivri kayalıklar arasında çok ufak bir boşluk vardır. Birinci hızlı davranır ve aşağıya atlar. Atlamadan hemen önce ikincinin eline bir saat verir. İkinci olanlar karşısında donakalmıştır. Aşağı bakar, kardeşin göremez. Saate bakar. Kapağın içinde annesinin fotoğrafı vardır. Gülümser. Gözlerini kapatır .
İkinci: “Seni seviyorum.” der.
Tekrar aşağıya bakar kardeşinin kenarda doğrulduğunu görür. Sevinçle gülümser. Sol ayağın arkası ile tam köşeye basar ve kendini aşağıya bırakır. Gözünü açtığında kayalıkların hemen yanına düşmüştür. İlerde kardeşini görür, el hareketlerini kullanarak birbirleriyle anlaşırlar. Yakındaki mısır tarlasına doğru koşmaya başlarlar. Askerlerden biri onları fark etmiştir. Silahını doğrultur, ateş etmeye başlar. Hiçbirini isabet ettiremez. Mahkumlar tarlaya girip gözden kaybolur. Asker tam umursamaz bir tavırla silahı yere bırakırken komutanı içeri girer.
Asker: ” Hayır” der.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Yalnızlık



en iyi bildiği yerden başlamak istiyor insan.. insan derken. .başlarken gözlerimin dolması burnumda hissettiğim kaygan hareketlenmeler, bir an sonrasında göz çukurlarımın alt kısmından yükselen yanma hissi.. insan olduğumun kanıtı mı? İnsan.. namı içinde olan demek mi.. gösterdiğin kadar mısın yoksa kimsenin görmediği belki kendinin bile henüz öğrenemediği iç dünyan kadar mı.. gösterdiğin kısım toplumun, ailenin, coğrafyanın, inanışının  değer yargılarıyla kendine uyguladığın budamanın sonrası.. için dersen sana en yabancı olan sürekli kaçtığın içinde ne olduğunu bilmediğin dev bir kule, plaza, mahzen.. şehrinin kanalizasyonları.. halbuki varmak istediğin açık havada uçsuz bucaksız yeşil alan ya da masmavi bir sahildi.. kederden hayale nasıl varılır..